Sosyal Medya Hesaplarımız

Ercüment Tunçalp

E-ticaret kolay iş mi?

Ercüment Tunçalp
Abone Ol:

Bizde usuldendir; bu sene tarlaya ektiğiniz bir ürün para ederse herkes aynı ürünü eker, bir sene sonra da arz fazlası ile piyasa çöker ve o ürünün çoğu tarlada kalır. Aynı durum AVM yatırımlarında da izleniyor. İyi iş yapanlara bakarak her bölgede yan yana açılan AVM’ler de benzer sonucu yaşıyorlar.

BİM’in başarısını görenler de indirim market kulvarına hucum ettiler ama kısa zamanda zorunlu elenmeler yaşandı.

Şimdi sıra e-ticarette…

Ben bunun için şimdiden dikkat çekmek istiyorum ve ‘aman ha’ diyorum.

Amazon’un tırmanışı iştahları çok kabarttı.

Bizim tarafımızdan da Amazon’u bu kadar göklere çıkarttıktan sonra e-ticaretin riskli bir sektör olduğunu söylemek belki size çelişki gibi gelebilir. Evet biraz da bu yüzden e-ticaret kolay yatırım yapılacak bir alan değildir. Zaten Amazon’da aynı fikirde olmasaydı yumurtaları ayrı sepetlere koymazdı. Ayrıca bu işin teknoloji ve Ar-Ge boyutunu da çok iyi ele almalarına rağmen…

Bu alanda yer eden güçlü e-ticaret şirketleri arasında yeni oyuncu olarak yer almak, sadece cesaret istemez, aynı zamanda bunu becerecek farklı politikalarınızın olmasını da gerektirir. Müşteri beklentilerinin hızla değiştiği ve hızlı teslimat istendiği de unutulmamalıdır.

Güven duyma, şirketler arasında eşitliği bozan en önemli tercih sebebidir. Böyle bir şirketi bulmuş olan tüketici önemli bir sebep olmadan kaynağını kolay kolay değiştirmez.

Bir zorlukta fiyat oluşumundadır. Malum, büyük hacimde çalışan e-ticaret şirketlerinin ulaştığı maliyetlere ulaşmak o kadar da kolay değildir. Bunun devamı ise satış fiyatlarında rekabetçi fiyatlara ulaşmanın zorluğudur.

Kâr etmek için biraz pahalı satmanın karşılığı ise müşteri kaybıdır.

E-ticaretin en önemli tercih sebebi; daha düşük fiyat ve daha bol çeşittir. Yoksa mahallelere kadar giren AVM’ler varken neden sizi tercih etsinler değil mi?

Evet, mağazalara göre e-ticaretin maliyet avantajı var. Kira yok, çalışan giderinin ciro içindeki payı çok düşük. Yani sadece bu iki masraf kaleminden oluşan avantaj bile en az yüzde 15.

Peki diğer e-ticaret siteleriyle durum nedir?

İşte işin zor kısmı burada başlıyor.

O zaman e-ticaretin önce mal alırken rekabetçi olması gerekiyor. Peki sipariş miktarlarınız düşükse bu nasıl gerçekleşecek ?

Kimin satış miktarı daha yüksekse avantaj ondadır. Bu bakımdan bırakın ülkemizin orta ölçekli e-ticaret şirketlerini, Amazon’un piyasaya girmesiyle en güçlü ulusal şirketlerimiz bile zorlanacaktır.

E-ticaretin teknik tarafı da bir rekabet unsurudur. Zira bu bir pazar tezgahı değildir. “Ürünleri teşhir edelim, fiyat etiketlerini de üzerine koyalım, satışımıza bakalım” diyemezsiniz.

Müşteri adaylarına ne kadar detay verebileceğiniz de yarışmanın bir parçasıdır.

Çalışan sayısı az dediysek, hiç olmadığı anlamı da taşımaz. Ürün yönetimi için, siparişlerin takibi için, pazarlama ve reklam çalışmaları için de tecrübeli ekip olmazsa işin kalitesi düşer. Yani az parayla, az emekle ve uzaktan kumanda ile götürülecek bir iş değildir.

Bu işin küçük sermaye ile yapılabileceği şehir efsanesidir. 700-800 bin lira ile mütevazi bir başlangıç mümkündür ama ne kadar rekabetçi olunacağı şüphelidir.

Sektör iyice kızışmaya başlamıştır, tüketici de teknoloji desteğiyle seçici olmuştur. En ucuzu bulmak için arama yapmak artık zor değildir. Arka sokaktaki dükkan gibi müşteri beklemek durumunda kalmamak için ya o dükkandan vazgeçmek, ya da üstünlük yaratarak müşteri çekmek zorundasınız.

Evet, Türkiye’de e-ticaret en hızlı yükselen sektörlerden biri olma yolundadır ama bana göre şirket sayıları artarak değil, az sayıda güçlü şirket büyüyerek gelecekteki resmi şekillendireceklerdir.

Yazarımızın bu yazısı Retail Türkiye Dergisi’nin Ağustos 2018 – 114. sayısında yayınlanmıştır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Ercüment Tunçalp

Fırsatçılık bir meslek hastalığıdır

Ercüment Tunçalp

Ticari hayat yüksek enflasyon iklimine maruz kalınca, ortamın yarattığı kolay kazanç alışkanlığı fırsatçılığı kalıcı hale getiriyor.

Hani çocuklar hastalandığında eskilerin çok kullandığı bir söz vardır; “hastalandığına değil, huyunun değiştiğine yanarım” diye…

Çünkü hastalık geçicidir ama huy kalıcıdır. Aynı durum burada da geçerlidir. Yüksek enflasyon geçicidir ancak fırsatçılık bünyeye yerleşmiştir bir kere…

Bu kişiler enflasyonsuz ortamı sevmezler. Zira ek kazanç yolu tıkanır, çabuk afişe olurlar. Ancak bu sefer de başka yollar ararlar. Örneğin kaliteden tavizi kazanca çevirmek gibi…

Fırsatçılık sebep değil sonuçtur. Zira yüksek enflasyonun rüzgarı ile daha kolay vücut bulur. Ancak bulaşıcı tarafı ihmal edilirse gelecekte enflasyonun ana sebepleri arasına da dahil olabilir. Maliyet artışına göre zam yapmak yerine ‘biraz daha fazlasını münasip görmek’ şeklinde gelişir. Bu kadarla kalsa yine iyidir, sürekli daha fazlası talep edilir hale gelir.

Fiyatlama davranışları bir kere bozulunca; sapla samanı ayırmak da kolay olmaz. Hem fırsatçılık yapıp hem de yanıltıcı kampanyaları (indirimleri) sanatsal kabiliyetle sahneye koymak da her zaman mümkündür. “Cambaza bak” durumuna takılı kalan tüketici de çoğu zaman esas ayrıntıyı kaçırabilir.

Talep gören, stok devir hızı yüksek ürünler fiyat artış dönemlerinde çok kazandırdığı gibi yemleme indirimlerle şaşırtmanın en kullanışlı aracı olabilir. Bu örnekleri çok verdiğim için fırsatçının aynı ürünü indirimde bile rakiplerinden yüzde 30 pahalıya satabildiğini hatırlatarak bu kısmı geçelim.

Et gibi istisnai kategorileri de ayrı değerlendiriyoruz zaten. Evet arz eksiği olan kırmızı etin fiyatı tüketici alım gücünün çok üstüne çıktığında talep de sınırlı olarak düşüyor. Üstelik hükümette bunun için ithalat kanalını açık tutuyor. Ancak kırmızı etten tamamen vazgeçmenin mümkün olmadığını çok iyi bilen bazı fırsatçılar fiyatları tırmandırma faaliyetine hiç ara vermiyorlar.

Örneğin et piyasasının hem karkas olarak toptan fiyatında hem de parçalanmış olarak perakende fiyatında euro ve dolar bazında dünyanın en pahalı fiyatlarına sahip olduğumuzu sık sık tekrar ediyorum. Ancak hâlâ bu kategoriye ait bir meslek kuruluşunun başındaki muhtereme mikrofonu uzatıp, kendisine ait gerekçeleri sıralamasını istiyorlar ve sabırla da dinliyorlar. Zira hükümetin hayvancılıkla ilgili yanlış politikalarını yetkili bir ağızdan duyurmak kullanışlı bulunuyor. O da büyük bir coşkuyla, “hâlâ fiyatların yetersizliğinden, maliyetlerin yüksekliğinden” şikayetle faturayı sisteme çıkartarak daha fazlasını talep ediyor. Aşırı fiyat artışlarının üzerinden çok kısa bir zaman geçiyor, aynı muhterem, “bunun da yetmediğini ve artışların sürmesi gerektiğini” ifade edebiliyor. Bu arada birileri de çıkıp (bizim dışımızda), dünyanın her yerinden daha pahalı olan fiyatlarımızın nedenini kendisine sormuyorlar. Öyle ya eğer bir ürün fiyatında döviz bazında dünya şampiyonu iseniz sizin ne maliyet gerekçeniz ne de makul kâr iddianız dinlenmez, aksine sorgulanır.

Böylece bizde enflasyonla mücadelede netice alınamamasının ilk sebebi olarak toplumsal bölünmüşlük, ikinci sebep olarak da boş vermişlik seviyemiz öne çıkıyor. Bunları aşamadığımız sürece bu mücadeleyi kazanma ihtimalimiz yoktur. Ancak birçok fırsatçı zengin yaratma kapasitemiz vardır.

“Türkiye’de yüksek enflasyonla birlikte ticari ahlakın dozu kaçtı. Maalesef birçok şeyi bahane edip zam yapan insanlar var” sözünü reel sektör içinden işadamlarının toplandığı bir derneğin başkanından duyuyoruz. Daha ne olsun?

Ölçünün kaçtığı kategorilerden biri de kafe ve restoranlardır. Bazıları 10 ay içinde fiyatları dolar bazında ikiye katlayabiliyorlar. Yukarda da belirttiğim gibi bu ülkede her yapılanı, “yüksek enflasyona bağlamak” gibi bir alışkanlık peydah olmuştur. “Maliyetlerimiz elvermiyor”, “Sattığımız fiyattan yerine koyamıyoruz.” Bitti!

Bu sağlam gerekçelerle fiyatları coşturmak legal hale geliyor!

Geçtiğimiz günlerde Cüneyt Özdemir programında; İstanbul Havalimanı ile Londra Heathrow Havalimanı içinde yer alan aynı kafe zincirlerinin fiyat kıyaslamalarını yayımladı. Elbette yine euro bazında biz daha pahalıyız. Artık TL değerleriyle fahiş fiyat aramıyoruz. O aşamaları çoktan geçtik, dolar-euro değerleriyle de fahiş fiyatlarımız mevcuttur.

Piyasada 110 TL’lik tek kurabiye fiyatı sebebiyle yapılan boykot çağrıları buz dağının sadece görünen kısmıdır. Bayram tatilinde Yunan adalarına geçenlerin, yemek fiyatlarında bizimle kıyaslanamayacak euro bazındaki ucuz fiyatları sosyal medyada sergilemeleri de aynı fasıldandır…

Konaklama fiyatlarındaki rezalete en taze örnek ise Antalya’da bir otelden geldi. Bir Türk vatandaşından “milliyet farkı” gerekçesi ile 120 euro fazla ücret alınması fırsatçılığın da ötesinde bir durumdur. Gözü kara bu işletmenin adını vermiyorum. “Bize bir şey olmaz” özgüvenine sahip olmasalar, fatura üzerine açık açık “120 euro milliyet farkı karşılığında tahsil edildi” açıklamasını bu kadar rahat koyamazlardı. Yıllardır aynı uygulama var ama itiraf yeni gelmiş…

Şimdiye kadar yaptığım küresel fiyat kıyaslamalarında dövize endeksli fahiş fiyatlarımızı aktarmaktan ben bıktım. Artık bu kabul gören gerçek durumu daha fazla örnekle beslemek gereksizdir.

Sonuç olarak; yüksek enflasyonla mücadele sadece devletten beklenmez. Fırsatçıların bu yola mayın döşemesi de engellenmelidir. Yoksa halkın bir kısmı enflasyonu sadece yönetimsel hatalara bağlar, halkın diğer kısmı da sadece fırsatçıları tek suçlu ilan ederse bu işten hayırlı bir sonuç çıkmaz.

Kafe ve restoranların tamamını boykot etmek hatalı bir davranıştır. Mesleğini düzgün yapanları ve sadece enflasyonu fiyatlara yansıtanları ayırmak gerekir.

Bu mücadele her türlü önyargılardan kurtularak yapılırsa netice verir. Yoksa problemler önümüze hep ortaya karışık gelmeye devam eder ki; sadece fırsatçılar doyarken, vatandaşın çoğunluğu da o sofradan aç kalkar.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Baz etkisi geçince ne olur?

Ercüment Tunçalp

Bugünlerde bazı siyasilerin dilinden düşmeyen bir söz var; “Haziran’dan sonra enflasyon düşecek” şeklinde…

Bu sözde gerçeklik payı var  mı?

Kısmen var. Ancak ne yüzde 50’ye gelen politika faizinden ne de enflasyonla mücadelede kazanılmış herhangi bir nedenden kaynaklanmış şekilde değil…

2023 yılının Temmuz ve Ağustos aylarına ait anormal yüksek çıkan aylık enflasyon oranlarının sistemden çıkacak olmasına dayanan baz etkisinden

Bu konuya şimdiden girmemin sebebi; sonradan birilerinin çıkıp bu önceden belli olan tabloyu “önce söyledik, sonra da yaptık” diye sunmalarının esasında otomatik bir sihirli dokunuş olduğunu kayıt altına almak içindir.

Peki, daha sonraki aylarda ne olabilir?

Büyük ihtimalle şimdiye kadar ne olduysa aynı şekilde devam edebilir…

Yıl sonunda TÜFE yüzde 55’in üzerinde çıkar. Bu benim 1 ay önce kayıt altına aldığım resmi enflasyon tahminimdir. Elbette yaşanacak olana dair tahminim daha da yüksektir. Merkez Bankası tahmini ise hâlâ yüzde 36’dır.

Biraz daha açalım…

Geçmişteki enflasyon oranları gelecekteki enflasyon oranlarını etkileyebilir. Yani geçmişteki yüksek enflasyonun, gelecekteki enflasyon oranlarını baz etkisiyle aşağı çekeceği veya yukarı iteceği çok önceden tahmin edilebilir.

Baz etkisi (Base Effect), karşılaştırma yapılacak iki farklı dönemden, bir önceki dönemde yaşanan aşırı yükselme ya da düşüşün sonraki dönemin sonuçları üzerinde yarattığı etkiye denir. İlgili ayın enflasyon verisi hesaplanırken, bir sene öncenin aynı ayındaki genel fiyatlar seviyesinin yüzdesel farkı alınır. O bir önceki yılın ilgili ayındaki referans alınan değer düşükse yüksek bir değişim oranı yaratır. Tersine önceki yılın aynı ayında daha yüksekse bu sefer de düşük bir değişim oranı yaratır.

Ağustos ayı başında açıklanacak olan Temmuz ayı TÜFE hesabından bir sene önceki aynı ayın yüzde 9,49’luk oranı buharlaşır, onun yerine yüzde 3-4 arası bir oran sisteme yerleşir. Böylece düşüşün birinci etabı yıllık enflasyonu da düşürecek şekilde tamamlanmış olur.

Eylül ayı başında açıklanacak olan Ağustos ayı TÜFE hesabından da bir sene önceki yüzde 9,09’luk oran çıkar, onun yerine de yine muhtemelen yüzde 3-4 arası bir oran sisteme dahil olur. Bu da düşüşün ikinci etabı olarak yıllık enflasyona olumlu etki yapar.

Sonra?

Enflasyon normal seyrine devam eder…

Çünkü Ekim ayında açıklanacak olan Eylül ayı TÜFE hesabından bir sene önceye ait nispeten daha makul sayılabilecek yüzde 4,75’lik oran çıkıp, yine buna yakın bir oranın sisteme dahil olmasıyla sihirli dönem sona erer. Devamında da 2023’ün Ekim, Kasım, Aralık aylarına ait enflasyon oranları yüzde 3,5 altında gelmiş olduğundan baz etkisi diye bir şey kalmaz.

Şimdilik çok az kişi tarafından kabul gören yukardaki yüzde 55’lik tahmini nasıl yaptığımı biraz açayım. Önce bu hesabı TÜİK verilerine göre yaptığımın altını çizeyim. Örneğin Mart ayına ait yüzde 3,16’lık TÜFE oranını gerçekçi bulmasam da yine de bu oranı dikkate aldım.

2024 yılı ilk çeyreğe ait (%6,70+4,53+3,16) aylık resmi enflasyon oranlarının kümülatif toplamı yüzde 15,05’dir. Geriye kalan her ayı yüzde 3’den hesaplarsak yıl sonunda yüzde 50 yıllık enflasyon oranına ulaşırız. Arada sürpriz yapacak ayları da hesaba katarsak yüzde 55 çok makul gözüken bir tahmin olarak karşımıza çıkar.

Geleceğe dair aylık yüzde 1,5’lik enflasyon tahminlerini gerçekçi bulmak mümkün değildir. Bunun için devam eden fiyat artışlarına bakmak yeterlidir.

Sonuç olarak; yukarda belirttiğim 2023 Temmuz ve Ağustos aylık enflasyonlarını yıllık olarak yaşayan ülkeler acil tedbirleri devreye sokarlarken, bizler sistemden çıkacak anormal oranların getireceği kısmi iyileşmeyle yetinemeyiz. Bu vesileyle geçici olarak 10-12 puanlık düşüşü enflasyonda kalıcı düşüş gibi göstermek gerçekçi olmaz. Zira bugüne kadar enflasyonu yükselten olumsuz şartları düzeltmeden, sadece gecikmiş faiz artışlarıyla (hâlâ reel faiz eksidir) netice alınacağını sanmak veya toplumu inandırmak mümkün olmaz. Hele hele günümüz şartlarıyla en az 4 senelik zaman dilimi içinde tek haneli enflasyon oranlarını öngörmek şaka gibidir…

Örneğin gri listeye nasıl girdiğimizi hiç sorgulamadan, çıkma ihtimaline bile davul çalmak henüz hangi noktada olduğumuzu gösterir. Dünyada o listeye anlık bile girip çıkmış olan bize benzeyen bir ülke bulunmuyor. Dolayısıyla bize bu tabloyu sunan olumsuz sebepleri ortadan kaldıracak ve tekrarını önleyecek yapısal iyileştirmelere ihtiyaç vardır.

Kamuda tasarruf hâlâ sahaya yansımadığı halde tüketiciyi sıkıştıran kararlar çok rahat alınabiliyor. Nitekim Dünya Bankası, “Halen Türkiye’nin yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı ile boğuştuğunu, bunun da yoksul kesimleri ‘orantısız baskı’ altına aldığını” tespit olarak paylaşıyor.

Dünyada yaşanan enflasyonla bizim ülkemizde yaşananın en küçük bir benzerliği olmadığı artık genel kabul görmelidir. Birçok ülke enflasyonu yüzde 5’in altına düşürerek sıkıntıyı aştıkları halde tedbiri elden bırakmıyorlar. Bütün dünyada gıda fiyatları düşerken bizde hızlı artış sürüyor.

Kaldı ki, savaş halindeki Rusya’nın yıllık enflasyonu yüzde 7,7, Ukrayna’nın yüzde 8,7 iken, bizdeki yüksek enflasyon için etrafımızdaki savaş ortamını sebep göstermek de artık anlamını yitiriyor.

Mali sıkılaştırmada öncelik sıralaması hayati derecede önemlidir.

Hatalı tahmine dayanan gelir garantili projeler, büyük gruplara dönük vergi afları, resmi kurum ve belediyelerdeki ölçüsüz harcamalar son bulmadıkça; sadece tüketiciye ve küçük esnafa çıkarılacak fatura ile bu ağır yük kalkmaz.

Yoksa hepimiz aynı gemide olduğumuza göre hissemize düşecek sıkıntıyı paylaşmamız gerektiğini gayet iyi biliyoruz. Yeter ki dışardan bu manzaraya sadece seyirci olan ve fedakarlığa niyetlenmeyen kimse kalmasın…

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Yoksullaştıran büyümeye sevinelim mi?

Ercüment Tunçalp

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Türkiye’nin 2023 büyüme rakamlarını açıklayınca gördük ki; gayri safi yurt içi hasılamız (GSYH) yüzde 4,5 büyümüş. Böylece AB ülkeleri arasında en çok büyüyen ülke olmuşuz…

Peki bizi kıskanmış olabilirler mi?

Hayır. Bu bir tercih meselesidir. Son yıllarda onlar bize göre çok düşük kalan seviyedeki enflasyonla mücadeleyi tercih ettiler. Biz ise yüksek enflasyonla mücadele yerine büyümeyi tercih ettik. Böylece büyüdük ama dünyada gelir dağılımı en bozuk üç beş ülkeden biri olduk. Üstelik ülkemizdeki 5 milyonu aşan sığınmacı nüfusu üretime katılmalarına ve yaşam maliyetlerine rağmen toplam nüfusa dahil edilmediklerinden, kişi başı gelirimiz olduğundan yüksek görüntü verdi…

Kaldı ki son 10 yılda ekonomide büyüme devam ettiği halde kişi başı gelirde düşüşler yaşadık. Ancak 2023 yılında, TÜİK verilerine göre kişi başı gelir 13.110 dolarla, 2022 yılındaki 10.659 doların yüzde 23 üzerinde gerçekleşti.

Bu önemli artışın sebebi; yüksek enflasyonun çok altında kalan kur artışıdır.

Daha uzun süreler için baktığımızda ise; son 10 yılda (2013’ten itibaren) 12.582 dolardan sadece yüzde 4 farkla bugüne geldiğimiz ve adeta patinaj yaptığımız görülür.

Peki büyüme nasıl gerçekleşti?

İthalata bağımlı ihracat ve sanayiye dayalı büyüme modeli ile…

Kur Korumalı Mevduat 2 türlü servet transferine neden oldu. Bir taraftan mevduat sahiplerine olağanüstü faiz+kur farkı yoluyla kazanç sağlanması, diğer taraftan bu mevduatın ticari kredilere yönlendirilmesi ile…

Gelirini sadece temel ihtiyaçlarına harcayabilen ve borçlanamayan geniş halk kitleleri de sayıları artarak yoksullaşmaya ve toplumsal refah kaybı yaşamaya başladılar.

Ekonomik büyüme, bir ülkenin refah göstergesi sayılamaz. Zira gelişmekte olan ülkelerde dış ticaret hadlerindeki bozulmalar, bizde olduğu gibi ülke refahını düşürücü etki yapar. İhracat miktarı ithalat miktarını karşılayamayınca (çoğunlukla öyledir), borçlanma kaçınılmaz olur. Dış ticaret haddi, ihracat fiyatları ile ithalat fiyatları arasındaki orandır.

                      İhracat fiyatları endeksi

Dış ticaret haddi= —————————————- x 100

                       İthalat fiyatları endeksi

Türkiye ithalata dayalı bir büyüme yaşıyor. İthal girdiye dayanan büyüme işsizliği ve yoksulluğu artırır. İthalatta, 2024 Ocak-Şubat döneminde ara mallarının payı yüzde 70,9, sermaye mallarının payı yüzde 14,9 ve tüketim mallarının payı yüzde 14,0 oldu.

Bu şekilde ara malı ithalatı arttıkça ulusal para değer kaybetmektedir. Oysa kilit ara malların yurt içinde üretimi özendirilerek kaliteli ve ucuz ara malı üretilerek bu bağımlılıktan kurtulmak mümkündür.

Aksi durumda oluşacak dezavantajlarımız:

  • Özel ve kamu kesiminin döviz cinsi birikimli borçlarının yüksek seviyesi,
  • İhracat modelini canlı tutmak için ara malı ve hammadde ithal etmek zorunda kalınması, bunun için de dövize ihtiyaç duyulması,
  • İthalatın finansmanı dış borçla yapıldığında, yüksek faiz ve kur farkı ile kaynak çıkışına neden olunması,
  • Yabancı yatırımcılar için TL cinsinden yatırımın cazibesini yitirmiş olması,
  • Yüksek kur ve yüksek enflasyonun şirket bilançolarında kırılganlık yaratması (Doç. Dr. Baki Demirel),
  • Düşük katma değerli malların ihracatının artması, bunun da ülke refahını azaltması sayılabilir.

Yüksek enflasyonu önleyemeden sadece kuru baskılayarak yaratılan anlık tablonun sürekliliği olamaz. Zira sokaktaki insan cebindeki paranın çoğaldığını, ancak satınalabildiği mal ve hizmetin ise azaldığını yaşayarak görüyor.

Sonuç olarak; ülkemizde ‘milli gelir büyümesi’nin tercih edildiğini de ‘fiyat istikrarı’nın sağlanamadığını da aynı anda yaşıyoruz. Zira yüksek enflasyon dönemlerinde maalesef ikisinden birinin seçilmesi gerekir ki; ilkinin seçildiğini ve bu seçimi yapanların da çıkan sonuç karşısındaki mutluluğunu izliyoruz.

Küresel genişlikte Arjantin’den sonra en yüksek enflasyon oranına sahibiz. Yetkili ağızlarda hep enflasyonu düşürmeye dair söylemler var ama piyasada inandırıcılığı bulunmuyor.

Neden mi?

Negatif reel faiz devam ediyor, parasal sıkılaştırma sözde kalıyor, yetersiz sıkılaştırma da maliye politikası ile desteklenmiyor. Bu durumda enflasyonun düşürülemeyeceği; iktisat eğitimi alan öğrencilere henüz başlangıçta, yani “İktisata Giriş” aşamasında anlatılıyor.

Ancak konuya hakim olması gerekenler ise tek haneli enflasyon için tarih vermeyi sürdürüyorlar. Elbette bunun da zamanı gelince tutmayan hedefler ve unutulanlar arasında yer alacağını bugüne kadarki yaşadıklarımız söylüyor.

Devamını Oku

Ercüment Tunçalp

Ercüment Tunçalp

POPÜLER