Sosyal Medya Hesaplarımız

Yalçın Aras

Bana göre büyük firma demek!..

Yalçın Aras
Abone Ol:

Geçmiş zamanlarda şirketler kaliteli, sağlam ve garantili ürün üretmek ile övünürlerdi. Şimdi ise ister üretimde isterse de hizmet sektöründe olsun kaliteli, sağlam veya iyi fiyata üretmek işin olmazsa olmazı durumunda.

Gelişmiş ülkelerin marka olmuş, dev ve efsane şirketleri ise yukarıda saydığım kavramlara bir de güveni ekleyerek, bugün bulundukları vazgeçilmezlik noktalarına ulaşmışlar. Fakat bütün dünya aynı kaliteli, sağlam ve ulaşılabilir kavramını uygulamaya başlayınca da gelişmiş ülkelerin marka firmaları bunun yanına yeni kriterler eklemişler.

Örneğin çevreci olmak, kullandıkları ambalajların geri dönüşüm özelliği taşıması, çocuk işçi çalıştırmamak, üretmiş olduğu ürünlerin ve çalışmış olduğu yan sanayilerinin üretim akışlarını çevreye zarar vermeden yaptıklarına dair belgeler üreterek rakiplerine üstünlük sağlamaları gibi.

Ama gün gelmiş bu şirketler, kendi ülkelerinde uyguladıkları bu etik kuralları fakir ülkelerde uygulamamışlar ve çok büyük güven kaybetmişler.

Güven kaybeden şirketlerin boşluklarını hemen başkaları gelip doldurmuş.

Yani alibaba.com’un kurucusu Jack Ma’nın söylediği gibi “Sen yapmaz isen başkası gelip başaracak.”

Ne olursa olsun dönüp dolaşıp güven, marka ve ahlak işin temel noktasını oluşturuyor.

İsviçre’nin bir köyü olan Davos’ta her yıl ocak ayında düzenlen ve dünyanın çok önemli devlet adamları, iş adamları ve ekonomistlerinin geldiği toplantıda iş dönüp dolaşıp marka, güven ve insanca olmaya geliyor.

Çok büyük şirketlerin ceoları konuşmalarında mutlaka yukarıda saydığım kavramlardan bahsediyorlar.

Bu yazıyı yazıncaya kadar en az on söyleşi okudum, aklın yolu bir.

Başka neler söylüyorlar dev şirketlerin mucitleri bir bakalım.

  1. Yine kalite, yine garantili ürün, yine marka, yine etik kurallar. Yani şirketlerin yolculuğunda olmazsa olmazları bunlar.
  2. Rekabetten korkmayın, rakiplerin ayak oyunlarından çekinmeyin, baskıdan yılmayın.
  3. Şirketlerin dijital yönetim sistemleri, makinaların elektronik çipleri fakat insanların kalpleri var.
  4. Eğitim sistemlerinde insanların sahip oldukları çeşitli kimliklerin en önceliği insan olan ve öğretilen ülkeler başarıyor.
  5. Büyük markaların temelinde kurumsal kimlikten önce kurumsal ahlak yatmaktadır.
  6. Kurumların oluşturdukları güven, bulundukları ve doğdukları topraklardan aldıkları güçtür.
  7. Dünyanın en korkak olanı para ve sermayedir, para ve sermaye huzur arar.
  8. Büyük firma olmak, büyük marka olmak demek değildir.
  9. Büyük firma olmak, büyük fabrikaları olmak, kurumsal olmak da değildir.
  10. Kurumsal şirket çalışanların, müşterilerinin ve iş ortaklarının kalbine dijital ahlak, dijital namus ve dijital etik kuralları yerleştirmemiş ise başarıları kısa vadeli olur. Yani şirketler dijital olabilir, makinalar dijital olabilir, sistemler dijital olabilir ama bunları yöneten yine insan. Ekonominin olimpiyatları olan Davos ile ilgili okuduklarım ve aklımda kalanlar…

Bana göre ise büyük firma demek; Devlete, çalışanlarına, tedarikçilerine, iş ortaklarına, çevreye, boçlu olduklarına saygı duyan ve onlara olan sorumluluklarını yerine getirerek büyüyen firmalar hem kurumsaldır ve aynı zamanda basiretli büyük firmalardır.

Devamını Oku
Yorum Yapın

Yorumunuz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advertisement

Yalçın Aras

Kara Toprak

Yalçın Aras

Yazar:

Gözleri görmeyen Aşık Veysel bile

“Benim sadık yârim kara topraktır” demiş.

“Ona işkence yapınca bana gülerdi, bir tohum ektim dört bostan verdi”

Dediği dünya ve kara toprağı aslında bizim yaşam kaynağımız.

Bize hayat veren fakat bizim umursamadığımız üç unsur hava, su ve toprak.

Son yıllarda maalesef güzel şeyler yaşamıyoruz. Evlere tıkıldık, bir sabah kalktık ki her şey değişmiş.

Seyahatler, arkadaşlar ile doya doya sohbet, bir yerde buluşmak, sevdiklerine sarılamamak dert oldu her birimize.

Acıyı, hüznü bile kalbimize gömmek durumu ile karşılaştık.

Dünyayı çok hor kullandık, dünya sadece insanlara ait zannettik.

Gölleri, denizleri, nehirleri kirlettik, yetmedi havayı kirlettik.

Şu sıkıntılı günlerde ilaç olacak olan, hasret kaldığımız doğayı bozduk ve halen daha da bozmaya devam ediyoruz.

Tarım alanlarının tam ortasına fabrikalar kurduk karasinekler bastı, ilaçla hepsini telef ettik.

Tarla fareleri evsiz kaldı çıktığı deliklere zehir doldurduk, yılanlar çıktı hepsini katlettik.

Otoyollar yaptık kurda kuşa geçit vermedik, dereleri kanalizasyon ve fabrika atıkları ile zehirledik.

Su kuyuları vardı başlarında da kavak ağaçları hepsini kestik, dallarına kuşlar geliyordu şimdi yoklar.

Sahillerin her karışına ev yaptık martılara konacak yer, yuva bırakmadık artık fabrika çatılarına konuyorlar.

O milyarlarca yılda var olmuş toprağın, doğanın dokusunu bozduk.

Üredikçe yer daraldı insanoğluna, yer daraldıkça doğaya saldırdı.

Koca şehirlerde içilecek sular taşıma sistemi ile besleniyor.

Hani atalarımız demiş ya taşıma su ile değirmen dönmez.

Hala anlamadık, anlamadık, anlamadık.

Elimize geçirdiğimizi denize attık yuttu sandık..

Oysa birçok balığı naylonla boğduk öldürdük,

Mikronize olan çöpleri balık bize yedirdi ve geri kalanı da müsülaj diye bir köpükle ölüyorum artık dedi deniz.

Bu olanlara kahroluyorum, Ama yine de her şeye rağmen ben doğaya aşığım.

Aklımızı başımıza almamız gerekli. Bu işin zengini, fakiri, siyaseti yok.

El birliği ile bozduk, el birliği ile de yeter dememiz lazım.

Gelecek nesillere bize bırakıldığı gibi bırakmamız lazım.

Olmasa dağı olmasa denizi, nehri, gölü, tarlası, kurdu kuşu

Böceği, çiçeği, meyvesi neylesin yeni nesil dünyayı…

Devamını Oku

Yalçın Aras

İstanbul’un taksicileri

Yalçın Aras

Yazar:

İş yaşamım nedeniyle İstanbul’u az çok tanırım. Dünya güzeli ve içinden deniz geçen bu muhteşem şehrin neyini sevmezsiniz diye sorsalar cevabım hiç gecikmez ve acımadan söylerim “bazı taksicileri” derim.

Geçmişten günümüze ne zaman ki İstanbul’a gitsem ve taksi ihtiyacım olsa inanın burnumdan gelir.

Pandemi dolayısı ile yaklaşık 1,5 yıldır bu taksi çilesini çekmiyordum. Geçtiğimiz hafta Ataşehir’de bir alışveriş merkezine aracımı park ettikten sonra hesap ettim, bugün dönüş dahil tam birkaç taksi maceram olacak dedim içimden. Çünkü hepsi bir macera, binmek bir dert inmek ayrı bir dert.

Neyse, önceki  taksi operasyonları başarılı ile geçti. En son durak Karaköy, oradan da Ataşehir ve Bursa’ya dönüş. Aslında ilk bindiğim taksilerde de işler istediğim gibi gitmedi ama olaylar hafif.. Size en ilginç olanını anlatayım. Sarıyer’den Halaskargazi caddesine gideceğim, taksici Sarıyerliymiş “dayı nereden gideyim?” diye sordu.

“Mesela tünelden gideyim mi dayı” dedi. Tünel deyince ben Sarıyer Maslak arasında bir tünel var orası zannettim ve tamam dedim. Seninki oradan çevre yoluna çıktı, Telekom stadyumunun önünden dolaşıp Kağıthane’ye oradan Beşiktaş’a giden tünele ve oradan da Taksim’e derken tam iki misli ücret.

İstanbul taksicilerinin en iyisi bu çünkü yol boyunca doğruluktan, insanlıktan, ahlaktan bahsetti, ders bile verdi yani.

Finalde, saat 17.00 civarı Karaköy’den Ataşehir’e gitmek için tam 12 taksi çevirdim ve çoğunu da kırmızı ışıkta yakaladım. Hepsi de aynı ağız “dayı nereye? Ataşehir’e bu saatte gidemem, köprü ölümdür şimdi, OGS yok, evrakım eksik, şimdi devrediyorum taksiyi, hastam var” gibi bahaneler.

Bendeki çaresizlik teklife dönüştü. Tünelden geçelim karşıya, dönüşte müşteri bulamazsan ben karşılayacağım, yani iki katı ödeme.

En sonunda bir insan evladı, 60 yaşındaymış, yanaştı ve “buyurun dedi.” Bindim, isterseniz tünelden geçelim teklifi benden geldi, zorla kabul etti. Paranın üstü lütfen kalsın dedim o da kedilerime mama alacağım o şartla” diyerek kabul etti.

Ve sohbetin devamında şoför “mesleğim taksicilik ama iş çığırından çıktı, iktidarın veya muhalefetin tebdili kıyafetle müşteri olmaları halinde vatandaşa ne kadar büyük bir kötülük yaptıklarını bizzat anlayacaklardır” dedi!

Geçmişten günümüze gittikçe kötüleşen, insan hayatına etki eden ve İstanbul’dan soğutan bu bir kısım taksicilere mutlaka bir çare bulunmalı.

Geçen hafta yurt dışından gelen bir müşterimizin başına geleni ise anlatmak bile istemiyorum.

Buram buram insanlık dışı davranışların ve zorla para istendiği bir durum özetle.

Yani ülkemiz açısından da çok kötü bir imaj, bu resmen ülkemize ve insanlarımıza eziyet.

Bu durum ülkemiz açısından çok büyük ve çözülmesi gereken bir sorun.

Sorun aslında siyasi bir çekişme ve çıkmaza sokulmuş durumda. Herkes işin ne olduğunu çok iyi biliyor.

İşin garip yanı binmiş olduğum bütün taksi şoförleri kimin çözümden yana olduğunu biliyorlar ve İstanbul’da taksi sayısının artması ile sorunun çözüleceğinden yani İstanbul Büyükşehir’den yanalar.

Bir vatandaş olarak ise “lütfen artık bu sorunu çözün” demekten başka çaremiz yok.

Çünkü birtakım taksiciler insanlıktan çıkmışlar, onlar ile bırakın aynı şehrin aynı dünyanın insanı bile olmak istemiyorum.

Hem taksiye almıyorlar, hem gideceği yeri beğenmiyorlar hem de ağızından çıkacak bir küçük sitem için bile hakarete hazırlar, kavgaya hazırlar ve de çekinmiyorlar.

O kadar kötü yani!

Devamını Oku

Yalçın Aras

Hesap makinesi ve terazi

Yalçın Aras

Yazar:

Klimaların dünya enerjisinin yüzde 10’nu harcadığını bahseden gazete haberini okurken bir taraftan da bu hafta yazacağım makale oluştu.

Masamın üzerinde 25 yıldır duran ve 20’ye 15 cm ebadında 24 haneli bir hesap makinası var.

Japon malı bu aletin üstüne bugüne kadar çay, kahve, su gibi sıvılar pek çok kez dökülmesine rağmen bana hizmet etmeye devam etti.

Ayrıca Kovid19’dan sonra her gün kolonya ile bulaşık yıkar gibi temizledim de yine bana mısın demedi. Hani bozulur da yenisini alırım, zira rengi de soldu.

Ama asıl konu aldığım günden beri hiç pil takmadığım bu makine üstünde bulunan1x4 cm ebadında güneş ışığı kolektörü ile bir gün bile bozulmadan tam 25 yıldır hizmet veriyor olması… Diğer taraftan da, her sabah tartıldığım ve pille çalışan emektar terazim var. Maşallah yılda 4 kalem pil yiyor.

Hesap makinesi milyonlarca rakam üretiyor terazi ise sadece üç haneli ve günde bir kez işlem görüyor.

Biri tüketiyor diğeri ise enerji üretiyor. Asıl mesele pilin ücreti değil, bu aleti kullananların ülkemizde milyonlarca ve tüm dünyada milyarlarca pil tükettiğinde pillerin doğaya verdiği zarar.

Biri yenilenebilir enerji diğeri ise yerli bile olsa içindeki lityumu şuyu buyu ile ithal pil.

Bir taraftan da şunu düşünmüyor değilim, Japonların teknolojisini ve yenilebilir enerjinin hayatımıza getirdiği kolaylık. Bir hesap makinesi veya basit bir terazi bile olsa.

Asıl mesele çarpanları ve cüzdan ile doğaya verdiği zarardır.

Devamını Oku

Yalçın Aras

Yalçın Aras

POPÜLER